Kusursuz güzellik yoktur, sosyal medya vardır
Uzun zamanlarınızı sosyal medyada geçiriyorsunuz. Gittiğiniz yerlerde fotoğraf çekiyorsunuz ve filtreleri bolca kullanarak paylaşıyorsunuz. Aynadaki yansımanızdan başka hale bürünüyorsunuz. Kendinizi sosyal medya platformlarında değiştirme arzusu gittikçe artmaya başlıyor; gerçek kendinizde kusurlar buluyorsunuz… Evirildiğiniz şey buysa hastalık literatüründe durumunuzun bir adı var; Sosyal Medya Dismorfofobisi.
‘Kusursuz güzellik hastalığı' da denen bu durum, sosyal medyada filtre kullanılarak çekilen fotoğrafların paylaşılması sonucu, kişinin artık aynadaki görüntüsünü beğenmemesi ve kusur bulması olarak tanımlanıyor. İlerleyen süreçte mutsuzluğa, bunalıma, kusur kabul ettiği yerlere cerrahi müdahaleye kadar gidebiliyor. Bu nedenle dismorfofobiyi fark etmek çok önemli.
Dismorfofobiyi fark etmek
Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi psikiyatrlarından Doçent Mihriban Dalkıran, bu takıntıların sosyal ve akademik hayat, kariyer, aile gibi alanlarda da sorunlar yaşatmaya başladığında ciddi bir ruhsal sağlık problemi olan beden dismorfik bozukluğa dönüşebileceği uyarısında bulunuyor. Bu aşamada da artık kişinin düşündüğü gibi kusurları olmadığına ikna çabalarının ve tedavinin sonuç vermesinin daha da zorlaştığını söylüyor.
Dç. Dr. Mihriban Dalkıran dismorfofobiyi şöyle tanımlıyor:
“Dismorfofobi bir kişinin vücudunda özellikle yüzünde veya herhangi bir beden bölgesinde var olduğuna inandığı ya da var olan çok hafif ama belli belirsiz hiç gözükmeyen bir kusura odaklanması ve onunla aşırı uğraşmasına verdiğimiz isim. Bu kusurların kötü, çirkin ve uygunsuz olduğunu düşünmek.”
‘Beden dismorfik bozukluk’ aşamasında hastanın güvenini kazanmanın zorlaşacağını ve tedavi sürecinde yaşanması mümkün olumsuz durumlarla ilgili uyarıyor Dalkıran;
“Dismorfofobi yaşayan kişinin o uğraşı artık başkaları tarafından, profesyonellerce de değiştirilemez boyuta ulaşır. Mesela doktora gider ve o doktorun o alanı iyi bilmediğini, kendisiyle ilgilenmediğini sorunu bulamadığını ya da değiştiremediğini düşünür. Plastik cerrahında operasyon geçirir ama onu da beğenmez. Böyle tekrarlayan uğraşlar devam eder.”
Plastik cerrahi hastalarının onda biri dismorfofobi
Dismorfofobi yaşayan kişilerin aynanın karşısında günde ortalama 3-4 saat geçirebildiklerini söylüyor Dalkıran; “Burnunun çok büyük, küçük veya şekilsiz olduğunu düşünüp dururlar. Yüz bölgesindeki bir sivilce veya ben ile aşırı uğraşıp aşırı hassasiyet gösterirler” diye de ekliyor.
Bazı durumlarda aynanın karşısında vakit geçirmek bir yana, bu kusurlarını görmemek için aynaya hiç bakmayan, bakamayan kişiler de var. Bireyler ilk etapta, bunların aşırı bir hassasiyet ve takıntı olması yüzünden çözüm olarak dermatolog veya estetik cerrahların kapısını çalabiliyorlar.
Ancak Dalkıran, bu başvuruların bir sonuç vermeyeceğini, yapılan müdahalenin de bu ruh halindeki birini memnun edip gülümsetemeyeceğini şu sözlerle anlatıyor:
“Plastik cerrahlarının 10 hastasından 1 inin dismorfofobi saptanmış ki bu ciddi bir oran. Buna dikkat etmesi lazım tabii meslektaşlarımızın. Çünkü yüz güldürmeyecek sonuçlar da hastayı memnun etmeyecek.”
Ergenlik çağında çocuğu olan aileler dikkat
Doçent Mihriban Dalkıran, ergenlik döneminde ortaya çıkan bu şikâyetlerin takıntıyla ilgili olduğunu söylüyor.
“Aileler bazen atlayabiliyor. Bunun normal ergenlik takıntısı olduğunu düşünüyorlar. Ancak bu sorunlar çıktıysa, kişinin sosyal işlevselliği, dersleri etkilenmeye başlamışsa mutlaka bir uzmana başvurmak lazım. Genellikle psikiyatri başvuruları çok gecikiyor. Önce dermatolojiye, plastik cerrahiye ya da başka güzellik estetik merkezlerine gidiyor bu kişiler. O yüzden bu konuda dikkatli olmalarını öneriyoruz.”
‘Bir çift hayran bakan göz arzusu duyarız her zaman’
Eskiden beri var olan beğenilme kaygısı, sürekliliğini koruyor çünkü bu kalıpların önderleri dünya geliştikçe değişiyor. Bu yüzden ne yaparsak yapalım ‘tam’ olamıyoruz. Çeşit çeşit normlar var, birini adapte etsen diğeri eksik kalıyor.
Yüzdeki herhangi bir organı o zamanın modasına uygun bir şekle soktuğunda beğenileceğini düşünen biri, başka bir şeyin beğenildiğini keşfetmeyedursun, muhtemelen hemen ona koşacak. Kişileri beğenilmek uğruna bu derece tetikleyen duygu nereden çıktı peki? Dalkıran şöyle anlatıyor:
“Psikanalizde şöyle bir şey vardır: Bir çift hayran bakan göz arzusu duyarız her zaman. İlişkilerde de öyledir. Anne kucağında bebekken, annenin bize hayran hayran baktığı dönemi arar zihnimiz. Bunu arıyor insanlar aslında. Böyle bir hayranlığı arıyor. Onlara hayran olunmasını öyle bakılmasını. Sosyal medyada çok kolay ulaşılabilir bir şey bu. O yüzden bu kadar aktif oluyor. O yüzden bu kadar önemli oluyor.”
Bu hastalık artık global bir boyutta. Neredeyse Covid-19 salgını gibi herkesi ele geçirmiş durumda ve öldürücü sonuçları bile olabiliyor. Facebook’un yaptığı araştırma bu mecraların ne kadar zehirli olabileceğini ilişkin önemli veriler barındırıyor.
Şirketler verdikleri zararları araştırdı, sonuçları gizledi
Geçtiğimiz ekim ayında, Wall Street Journal gazetesinde yayınlanan bir haberle, Facebook’un Instagram’ın gençleri olumsuz etkilediğine dair bir araştırma yapıp sonuçlarını gizlediği ortaya çıkmıştı.
Araştırmaya göre Instagram, gençlerde anksiyete ve depresyona sebep olurken özellikle genç kızların beden algısını olumsuz etkiliyor. Bundan en çok fayda sağlayan Facebook gibi mecraların verileri saklamaya çalışması tehlikenin boyutlarının anlaşılması açısından önemli.
Araştırma gösteriyor ki, dünyada binlerce genç kız bedeniyle küs. Aralarında ağır psikolojik sorun yaşayanlardan yeme bozukluklarına kadar pek çok olumsuzluğa boğulmuş insanlar var…
Sanal dünyadan gerçek dünyaya
Sosyal medyada şişirilen tipoloji kusursuzluğu dayatıyor. İnsanlar bu kusursuzluğun dehlizlerinde kaybolurken, zaaflarını gelir kapısı haline getirmiş mecralar kazançlarına kazanç ekliyorlar.
Bazı şeylerin kendimize özgü olmasının değeri geçer akça olarak kabul görmüyor. O özgünlüğün ranta dönüştürülebilmesi için de sahte hayatların sahte ikonik figürleri öne çıkarmaya devam ediyor. Tabi kusursuzluk arayışını da. Ancak unutmamak gerekir kusursuz güzellik yoktur, sosyal medya vardır…